Robotların tarihi çok eski yıllara kadar gider. Otomatlarla başlayan robotların geçmişini biraz yakından inceleyelim.
M.Ö. 800’lerde Homeros, İlyada’da yürüyen üç ayaklılardan bahseder.
M.Ö. 350’lerde Aristotales, insanların komutlarını yerine getiren, ya da onların isteklerini tahmin edebilen mekanizmalar hayal eder. Böylece efendiye hizmet eden köle kavramının ortadan kalkacağını söyler.
M.Ö. 300’lerde, Antik Çin’de, bir Liezi metninde insan boyunda mekanik bir figüre rastlanır.
1088’de Kaifeng, Çin’de Su Song tarafından inşa edilen 10 metre yüksekliğindeki Kozmik Motor isimli saat kulesinde mekanik mankenler, saat başlarında saati, gongları ve çanları çalarlar.
1206 yılında Al-Jazari, ölümünden kısa bir süre önce ilk programlanabilir insansı robotu yapar. Al-Jazari, Artuklular döneminde Diyarbakır’da yaşamıştır. Al-Jazari’nin, çalışmaları hakkında yazdığı kitabın elde kalan tek kopyası, Topkapı Sarayı’nda 3. Ahmet Koleksiyonu’nda yer almaktadır. Al-Jazari’nin burada sözü geçen eseri, dört otomatik müzisyen modeli barındıran bir kayıktan oluşmaktadır. Soyluların eğlencesinde konukları eğlendirmek için tasarlanmıştır. Al-Jazari’nin mekanizması bir davul makineden oluşmaktadır. Davul mekanizması, küçük kaldıraçları harekete geçiren akort vidalarıyla kontrol edilmektedir. Davulcunun değişik ritm ve melodileri çalması, akort vidalarını değişik konumlara yerleştirmekle sağlanabilmektedir.
1495 yılında Leonardo da Vinci, insansı robotunu tasarlayıp, çizimini yapar. Bu, çeşitli dişliler ve tekerleklerle donanmış, bağlantıların incelikli bir makara ve kablo sistemi ile yapıldığı mekanik bir şövalyedir. Ortaçağ zırhını kuşanmıştır, insan gibi hareketleri vardır. 1957 yılında çizimler Carlo Pedretti tarafından bulunmuş ve 1996 yılında Mark Rosheim tarafından üzerinde çalışılmaya başlanmıştır. Rosheim, 2002’de oturabilen, hareket edebilen, boynunu ve çenesini oynatabilen fiziksel modeli üretmiştir.
Leonardo da Vinci’nin çağdaşı matematikçi Johannes Müller von Königsberg, demirden bir kartal ve sinek yapar. Her ikisi de uçabilmektedir. Kartal, Königsberg şehrinden havalanıp imparatorun yanına gitmiş, onu selamlayıp tekrar geri dönmüştür. Sinek ise, Königsberg’in elinden havalanıp, bir daire çizdikten sonra yine eline geri dönmüştür.
16. yüzyılın ortalarında, John Dee, Aristophanes’in eserinin gösteriminde kullanılmak üzere uçabilen tahtadan böcek yapar. Ancak, Ortaçağ’da büyücü avı döneminde yaptığı bu çalışmanın başarısı yüzünden kara büyücülükle suçlanmış ve bu ömür boyu çeşitli şekillerde karşısına çıkmıştır.
1700’ler otomatların altın çağı olarak nitelenir. Saat teknolojisindeki gelişmelerle birlikte her boyutta otomat gündelik yaşama dahil olmuştur. Minyatür boyutlardan orijinal boyutlardaki androidlere kadar, piyano çalabilene, tüy kalem tutup, yazı yazabilene dek çeşitli uygulamalara rastlanmıştır. Bunların çoğu soyluları eğlendirmek amacıyla tasarlanmıştır. Bu dönemin en popüler otomatlarından birisi 1739 yılında Jacques de Vaucanson tarafından üretilen”sindiren ördek”tir. Ördek, kanatlarını çırpabilmekte, tahıl yiyerek sindirmektedir. Voltaire, ördeğin, Fransa’nın şanı olduğunu yazmıştır.
1770 yılında Wolfgang von Kempelen tarafından yapılan “Türk” isimli satranç oyuncusu, o zamana dek yalnızca eğlence amacıyla kullanılan robotların ilk kez düşünebileceğini gösterir. Türk, çeşitli turnelerde Napolyon Bonaparte’tan, Benjamin Franklin’e ve Edgar Allen Poe’ya dek pek çok ünlü isimle satranç oynar. Mekanizması çok gelişmiş bir saat sistemine benzemektedir. Türk’ün nasıl çalıştığı büyük bir merak konusu olur ve hakkında çeşitli kitaplar yazılır. Sır, 80 yıl boyunca çözülemez. Gerçekte, deneyimli bir satranç oyuncusunun sığabileceği kadar küçük bir bölmesi vardır ve buradan hamleleri yönetmektedir. Bu sır, Kempelen’ın ölümünden çok sonra açığa çıkar.
1800’lerde, Japon mucit Tanaka Hisashige, 17. yüzyıldan beri çok sevilmekte olan karakuri bebeklerinin değişik versiyonlarını yapar. Karakuri, mekanizma ve hile anlamlarına gelmektedir. Hisashige’nin bebekleri çay servisi yapabilmekte, ok kılıfından ok çekip atabilmekte, Kanji karakteri çizebilmektedir. Hisashige pek çok icat yapmıştır ve hayatının son yıllarında kurduğu firma, günümüzde Toshiba adıyla faaliyetini sürdürmektedir.
Hisashige’nin ok atan karakuri bebeği, halen çalışır durumdadır. Sağ eliyle oku alıp yaya yerleştirir, hedefe doğru bakar. Hedefe nişan alarak, yayı çekip oku fırlatır.
1700’lerde Fransız dokumacılar, Çinli dokumacıların yaptığı işlemeli ipek giysilere benzer giysiler yapmak isterler. Ancak bunun için çok uğraşmak gerekmektedir. Basile Bouchon, dokuma tezgahına teknolojiyi getirmeye karar verir. Fikri basittir. Delikli kartonlarla işlenmesi gereken model belirlenecektir. İğne, deliklerin olduğu yerden kumaşa girecektir. Fikir, 1729’da uygulanır, 1745’te Jacques de Vaucanson tarafından geliştirilir. Joseph Maria Jacquard, 1801’de dokuma tezgahını istenen modeli işleyecek hale getirir. Jacquard’ın programlanabilir makinesi, bilgiyi otomatik olarak işleyen ilk makinedir. Bunu delikli kartlar kullanarak başarır. Benzer delikli kartlar, 20. yüzyılda bilgisayarlarda da kullanılmıştır.
1892 yılında Seward Babbitt, motorlu bir vinç tasarlayarak çelik külçelerin fırından alınması işini kolaylaştırır. Bu icadın robot teknolojisinin gelişmesine katkısı olmuştur.
1890’larda Nikola Tesla ilk uzaktan kumandalı araçları yapar. 1898’de uzaktan kumandalı robot teknesinin patentini alır.
1917′ yılında Archibald Montgomery Low, ilk kez insansız bir uçağı radyo sinyaliyle kısa süre için de olsa kontrol etmeyi başarır. Bu, uçağı, güdümlü füzeye dönüştürme çabasıdır. Deneyde uçağın sıkıştırılmış hava kullanılarak havalandırılması da, ilk kez yapılan bir uygulamadır. Uçak, deneme sırasında düşer. Low, sistemi kendi icadı olan elektrikli jiroskop ile iyileştirerek kontrolü sağlar. Jiroskop, uçağın kendi ekseni etrafında ne kadar yalpaladığını, diğer bir deyişle dengede olup olmadığını, ölçen alettir. Low, aynı yıl radyo kontrollü roketi de yapar. Low, radyo kontrollü sistemlerin babası olarak nitelenmektedir.
1921 yılında robot sözcüğü, ilk kez Çek oyun yazarı Karel Čapek tarafından R.U.R. (Rosumovi Univerzální Roboti, Rossum’un Evrensel Robotları) adlı oyunda kullanılır. Oyunda, robotlar insanlara kötülük eden ve dünyayı ele geçirmeye çalışan makineler olarak karakterize edilmiştir. Aynı korku, bugün bile geçerlidir. Eser, büyük ilgiyle karşılanmış, kısa sürede pek çok dile çevrilmiştir. Çek dilinde “robota” kendi rızası dışında çalışan, köle anlamlarına gelmektedir. Oyunda robotlar, insanlara benzemektedir.
Capek’in eserinden sonra, robotlarla ilgili bilim-kurgu romanlar ve filmlerde patlama yaşanır. Bunlardan 1927’de Fritz Lang tarafından yönetilen Metropolis filmindeki Maria’nın kostümü, pek çok robot araştırmacısına ilham kaynağı olur. Maria, sinemanın ilk robotudur. Film daha sonra restore edilmiştir ve günümüzde de izlenebilmektedir.
1920 yılında A. J. Roberts, Londra sokaklarında Kaiser adını verdiği robotunu yürüterek gösteri yapar.
1927 yılında Roy Wesley, Westinghouse firmasında Herbert Televox adını verdiği robotu üretir. Televox, telefon cihazını kaldırarak telefona cevap verebilmektedir. Gelen sinyale göre kimi anahtarları açıp kapatmak gibi basit işleri yapabilmektedir. Kimi basit sesleri çıkarabilmekte ve kolunu sallayabilmektedir. Sonradan iki cümle söylemeyi öğrenmiştir. Televox’un kullanım alanlarından birisi, yüksek binalardaki depoların su seviyelerini kontrol edip, pompaları gerektiğinde çalıştırıp, gerekmediğinde kapatmaktır. Televox, belki de eğlence amaçlı olmayan ilk robottur.
Televox, Westinghouse’un ilk robotudur ancak tek robotu değildir. 1931’de daha gelişmiş bir model olan Willie Vocalite tanıtılır. Willie, oturabilmekte, ayakta durabilmekte, selam vermekte ve silah kullanabilmektedir. Ses kayıtlarını kullanarak, sınırlı sözcükle konuşabilmekte ve üretiminden bir süre sonra yapılan değişikliklerle şarkı söyleyebilmektedir. Willie, sergilendiği yerlerde büyük ilgi görmüştür.
Westinghouse’un bir sonraki robotu, Elektro, 1939’da New York’taki Dünya Fuarı’nda tanıtılır. Elektro, 2 metre uzunluğunda, 130 kg ağırlığındadır. Elektro, fuara gelen ziyaretçileri karşılar. Yürüyebilmekte, başını, kollarını ve parmaklarını oynatabilmektedir. 77 sözcükten oluşan bir sözcük dağarcığı vardır. Fuarda çok ilgi çeker. Basın tarafından “Dünyanın En Ünlü Robotu” ilan edilir. Bir sonraki fuarda, Elektro’nun Sparko adında bir robot köpeği olmuştur. Sparko, köpeklerin yaptığı bazı numaraları yapabilmektedir. Sparko bir köpek gibi yürür, arka ayaklarının üzerinde havaya kalkar ve havlar. İzleyenler, en çok Elektro’nun komutlarını yerine getirmesini izlemekten mutlu olurlar.
1928 yılında Japonya’nın, hatta Uzakdoğu’nun ilk robotu olan “Gakutensoku” Makoto Nishimura tarafından üretilir. Robotun adı, Japoncada doğanın yasalarından öğrenmek anlamındadır. Gakutensoku, 3.20 metre yüksekliğindedir. Sağ elinde bir kalem, sol elinde ışıkla bir masada oturur. Masanın önü güneş, su, hayvan ve diğer motiflerle süslenmiştir. Robotun gözleri çok büyüktür ve dünyanın her yerinden gelen insanlara benzetilmeye çalışılmıştır. Tüm ırkların eşitliği sembolize edilmek istenmiştir. Giysisinin üzerinde kozmoz çiçeği bulunur ve evreni simgeler.
Nishimura Budizm’in Banbutsu Dukon öğretisine inanmaktadır ve bu öğretiye göre, tüm yaratılanlar aynı kaynaktan gelirler. Mekanik bir insanın da doğanın bir parçası olduğunu göstermek istemiştir.
Gakutensoku’nun yüzü kauçuktan yapılmıştır. Gözleri, göz kapakları, boynu ve göğsü hareket edebilmektedir. Hatta boşluk anında gözlerini kapayıp meditasyon yapabilmektedir. Bir süre sonra gözlerini açmakta ve sol elindeki “ilham ışığı” yanmaktadır. Elindeki oka benzer kalemle yazarken insana benzer şekilde gülümser. Hareketleri kauçuk tüpler ve hava basıncı mekanizması sayesinde yumuşaktır. Robotun merkezindeki silindir döndükçe, hava kauçuk tüplerden geçer ve farklı hareket mekanizmalarına basınç uygular. Gakutensoku, Japonca ve Çince yazabilmektedir. Yazı yazarken başını hafifçe sağa ve sola salladığı için, izleyenlerin de aynı hareketleri tekrar ettikleri görülür.
Gakutensoku’nun üzerinde tünemiş bir halde duran ve şafakta öten robot bir kuş vardır. Öttüğü zaman, Gakutensoku’nun gözleri kapanır ve dalgınlaşır.
1938 yılında William Pollard ve Harold Roselund, DeVilbiss firmasında otomatik sprey boyama makinesi monte edilen eklemli mekanik bir kol üretirler. Bu, ilk endüstriyel robot olarak değerlendirilebilir. Robotun kullanımıyla, boyanın yüzeye eşit olarak dağıtılması sağlanabilmiştir. Ayrıca atık miktarı azalmıştır. Bu icat, otomotiv endüstrisinin ilgisini çekmekte gecikmez. Günümüzde otomotiv endüstrisi robotları en etkin şekilde kullanan endüstridir.
1948-1949’da William Grey Walter ilk elektronik otonom (kendi kendine hareket eden) robotlar olan Elmer ve Elsie’yi üretir. Walter, az sayıdaki beyin hücreleri arasındaki bağlantıların karmaşık davranışlara yol açacağını göstermek istemiştir. Elmer ve Elsie plastik muhafazalı, ışığı takip eden robotlardır. Plastik muhafaza, robotların engelden zarar görmesini de önlemektedir. Robotlar, ışığı gördükleri noktaya yönelmektedirler. Engelle karşılaştıklarında yönlerini değiştirmektedirler. Enerjileri bittiğinde şarj istasyonuna geri gitmektedirler. Elmer ve Elsie, iki algı sistemi arasındaki etkileşimi göstermek için tasarlanmışlardır. Bunlar ışığa hassas ve dokunmaya hassas sistemlerdir. Motor sürücüsü yardımıyla robotlar engellerden kaçarak yollarını bulmaktadırlar. Yavaşlıkları ve kabuk görüntüsündeki muhafazaları yüzünden, kaplumbağa olarak da adlandırılmışlardır. Walter’ın çalışmaları, kendinden sonra gelen pek çok araştırmacıya ilham kaynağı olmuştur.